Reklam

Reklam
Reklam
Haberim Hamsi | Trabzon Haber

Videolar AKP’yi sarstı mı?

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Sedat Peker’in videoların ardından Erdoğan’ın izleyeceği stratejiye ilişkin gazeteci Şule Aydın’ın sorularını yanıtladı.

Okuyan’ın, “Videolar AKP’yi sarstı mı?”, “Erdoğan’ın stratejisi ne?”, “Sol oyun kurucu olabilir mi?” sorularını yanıtladığı program, soL TV’de canlı yayınlandı.

Kemal Okuyan’ın Şule Aydın’ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Sedat Peker’le anlaşma mı sağlandı? Video paylaşmamasının sebebi ne?

Bu soruya kesin yanıt verilemez. Geçtiğimiz hafta iktidar cephesinden konuyla ilgili daha öncesine göre çok yumuşak demeçler yapıldı. Bu meseleyle ilgili yeni bir tırmandırıcı şey olmadı.

Bu mesele bir yere bağlanacak, sonsuza kadar gidecek değil, Peker’in taksit taksit açıklamasının sebebi de bu, bildiği her şeyi açıklamayacağını kendisi de diyor.

Uzadıkça mesele yeni aktörlere değiyor kaçınılmaz olarak. Bu istenir mi Peker tarafından bunu bilemeyiz ama öte yandan çözümü zorlaştırıcı bir faktör. Milangaz’a, Demirören’e değinirken yeni kişilerden bahsediyor.

Aktörleri genişletmesi (ben burada bir yere bağlanacak diyorum eninde sonunda diyorum) meseleyi zorlaştıracak bir şey, ben bunun stratejik bir şey olduğunu düşünmüyorum. Burada ana eksende tutulan isimler var, Soylu, pelikan grubu, Demirören Grubu… Bunların hepsi Erdoğan zorluk çekse de gözden çıkartılabilecek elemanlar.  Bunlar zaten gündemdeydi: Soylu’nun görevden alınması Peker videolarından çok önce gündemdeydi, Demirören grubunun basında küçültülmesi çok uzun süredir konuşuluyor.

Demirören küçültülebilir, Soylu Cumhurbaşkanlığı hayalleri kuruyorsa o hayalleri çöker, bunların hepsi Erdoğan için mümkün, Peker de oraya odaklanmış durumda. Ama uzadıkça bu iş zorlaşıyor, eninde sonunda bir yere bağlanacak.

Ama Erdoğan sakin bir şekilde izliyor ve toplantıda da görmezden gelin dedi, sahiden görmezden gelmesi mümkün mü?

Görmezden gelmesi ihtimali sıfır, neden sıfır? Türkiye’de milyonlarca kişi izliyor, AKP içerisinde tartışılıyor… Taktik olarak polemikten kaçmak AKP açısından akıllıca, ne kadar az konuşursanız o kadar kontrol altında tutmak mümkün. Soylu’nun HT’deki programı Erdoğan’a yönelikti. Gerçekten yokmuş gibi davranıyorlar mı? Hayır.

Haber merkezlerine gelen kaynakların çok büyük bir bölümü AKP içinden sızdırılanlar. Orayı toparlayabilir mi?

Erdoğan bunu tek başına yapamaz, sedat peker de kendi elindeki dosyaların ötesinde kartlar açıyor, mesela “Milangaz’la ilgili dosyayı okuyorum” diyor, demek ki yeni gelmiş. Bu şu demek, sistemin içerisindeki kavgada bir rekabet var, önmüzdeki dönemki tasarımlarda kimlerin gözden çıkarılacağına ilişkin bir etüt yapılıyor. İşte efendim “Kimseyi gözden çıkarmazlar” niye gözden çıkartılmasın, dediğim şekilde gözden çıkartılır. Bazı sermaye grupları küçültülür, bazı siyasetçiler kenara çıkartılabilir. Soylu “ben sizi de yakabilirim” diyor, ben Türkiye’de hiçbir siyasetçinin herkesi yakabileceğini düşünmüyorum. Eninde sonunda Erdoğan’ın bile böyle bir yeteneği yok. 

Türkiye’de “derin devlet var mıdır yok mudur” tartışılıyor. İzleyicilerimize de söyleyeyim olanakları varsa TKP’nin 2005 yılında hazırladığı bir rapor var, 16 yıl önce TKP demiş ki “devlet çözülüyor”… Bakın devletin çözülmesi yıllarca “derin devlet derin devlet” denilen bir yerde enteresan bir kavram.
Niye bunu dedik biz? Türkiye’de dış ülkeler, patronlarımız, sermaye sınıfımız ve AKP el birliğiyle devletin alışılmış kalıplarını, mekanizmalarını bozdu. Hatta ortadan kaldırdı 2000’lerin başında, “demokratikleşme” falan hikaye. Sermayenin egemenliği daha doğrudanlaştı, sermaye daha özgür oldu. Bu dağılmayı toparlayacak olan sermaye aklı olacak. 

Bir devlet aklı falan yok, olmadığı için sermaye sınıfı güçlü emperyalist ülkelerin yardımıyla buradan çıkmaya çalışacak.

Bir kere dallanıp budaklanmasını istemezler, sertleşme istemezler, sertleşmeyi tercih eden muhalif unsurların önünü keserler. Bugün Kılıçdaroğlu’nun “yapıcı” bir tavır takınması, “yapısallık istemiyoruz” sözleri, helalleşme kavramlarına bakıldığı zaman yumuşak bir geçiş mesajları çıkıyor.

Sermaye 2000’lerden beri olanların sorgulanmasını istemez. O yüzden de Erdoğan’ın bir rahatlığı var, “sonuna kadar gidemezler” diye. Türkiye’de ancak emekçi sınıf sonuna kadar gidebilir, o da örgütlenirse. Ne Erdoğan, ne Sedat Peker, hiç kimse sonuna kadar gidemez. Böyle baktığımız zaman doğal olarak Türkiye’nin önüne yeniden bir sermaye projesi, yeniden bir yapısallık zaten çıkartacaklardır, onun hazırlıkları gözüküyor. Burada da bazı kurbanlar verilecek, asmayacaklar kimseyi, sallandırmayacaklar, dediğim gibi küçültecekler, bazılarının önünü kapatacaklar. Soylu istediği kadar pazarlık yapsın, bu saatten sonra İçişleri Bakanı’nın Türkiye’de önemli bir siyasetçi olma olasılığı yok. Ne yaparsa yapsın… O da olabildiğince az hasarla çıkmak için pazarlık yapıyor.

Muhalefet sandığa işaret ediyor, muhalefet bu yol haritasının neresinde?

Sedat Peker’in videolarının çıktığı ilk zaman yaptığımız programda ben ısrarla şunu demiştim: Sedat peker’in videolarının en önemli sonuçlarından birisi bunların ülkedeki sağ seçmen ve ülkücü tabanda bir değişime neden olacak olmaları. Bu gerçekleşti, AKP çok  tartışılıyor, ama neredeyse hiç tartışılmayan MHP en büyük yarayı aldı.

Türkiye’de vatan millet edebiyatıyla siyaset yapma, millet edebiyatını kullanma ciddi bir şeyle karşılaştı. Toplum videoyu izlerken “bize milliyetçilik adına neler yaptırmışlar” diyor.

Akşener açısında bu tercih edilecek bir sonuç, bazı gazeteler “demokratik sağ” yaratılmalı diye yazıyor, sol zaten yok. Burada figürler belli, Babacan var, Akşener var, Kılıçdaroğlu da onların moderatörü olarak var. 

Herkesin birleştiği bir şey var: 2022’de seçim. Buraya giderken aslında Türkiye’de meselelerin çözülmüş olması beklenir, seçime kalmaz, seçime kalırsa Türkiye’yi büyük bir kaos bekler. Dolayısıyla seçim öncesinde dengelerin yer değiştirmesi gerekiyor, mesela Erdoğan’ın geleceğinin seçim öncesinde kararlaştırılması gerekiyor. Seçim çözemez bu ülkede hiç bir şeyi.

Erdoğan’sız AKP bir hiç, bugünkü iktidar cephesinin direnişi büyük ölçüde Erdoğan’ın işi.

İbrahim Kalın’la Hulusi Akar hiç yıpranmadı bu süreçte, bunlar uluslararası alanda daha öne çıkan figürler, ABD’yle ilişkilerin düzeltilmesinde onlar mimar, sanki Erdoğan değil, hatta Erdoğan yıkıcı unsur, yapıcı unsurlar bunlar. Bunların sonuçlarını göreceğiz. AKP’nin iç yapısında da muhtemelen bir şey olacak.

Erdoğan’ın geleceği belirlenecek bu süreçte ve bu sistem açısından (halk açısında demiyorum, şu anda sermaye açısından konuşuyoruz) Türkiye’nin geleceği seçimlerden önce belirlenecek, öyle seçimlere gidilecek, seçimlere bırakılmaz hiç bir şey. 

AKP 2002’deki seçimleri öncesinde kazanmıştı. Herkesin “kader seçimi olacak” dediği şeyde de her şey önce belirlenecek, öyle seçime gidilecek. Diğer ihtimal kaotik bir süreç. Sermaye aklı yumuşak bir geçiş için çabalıyor, derin devlet yok şu an sığ devlet var.

Sadece TKP üzerinden değil, meclis muhalefeti dışında tüm sol muhalefeti katarak soruyorum, Peker’in mesajının altına “aşı karşıtlığı çok aşıyla ilgili twit atın insanlar farkına varsın” diye yazanlar varken Peker çıktı dedi ki “arkadaşlar muhalefete lütfen kızmayın, biz değiştireceğiz ve hırsızlıkların olmadığı bir düzen kuracağız”… Yani sol sosyalizmi Peker’e mi kaptırdı?

Yok tabi ki buradaki mesele şu, sorular soruluyor artık, bunların bir kısmını Peker sordu. Soru soran toplum sorgulayan bir toplum olur. TKP açısından önemli olan şu, bu soruları belli bir eksene çekmek. Daha önce “Azeri iş adamının marinasına çöktüler”i tartışmıştık. Biz de şunu sormuştuk, Azeri iş adamının zenginliği nereden geldi, Azerbaycan halkından çaldı, o zenginlik nereden geliyor onu sormadan marinadaki işi soramazsın. 

Demirören gurubunun OYAK’da zararı pahasına işlem yaptığına dair bir tartışma var. Burada biz diyeceğiz ki “OYAK niye var?”. OYAK ne Ordu Yardımlaşma Kurumu, Türkiye’nin en büyük holdingi. Niye askerlere bir holding kuruldu? Gerekçe ne? Silahlı kuvvetler personelinin yaşam standartlarını yükseltme. Büyük palavra, yükseltmediler, çünkü silahlı kuvvetlerin ezilenleri kimdir? Assubaylardır. Onlar hep şikayetçiydi, biz yararlanamadık diye. Oysa OYAK’ın amacı neydi? Silahlı kuvvetleri sermaye haline getirmek. Şimdi devlet biz marksistler açısından nedir? Egemen sınıfın baskı aygıtıdır. Burada yeni bir hamle yaptılar, silahlı kuvvetleri sermayeye yakınlaştırmak için sermaye haline getirdiler. Bunun sorgulanması lazım, bütün bu tartışmalarda halk yok, sermayenin sermayeyle tartışması söz konusu, o ona ihalede haksızlık yapmış, o Sedat Peker’e komisyon vermiş, o onu ihale dışı bırakmış… Halk yok bunun sorulması lazım. 

Ne iddia ederler, patron var, işçi var, bunlar piyasa şartlarına göre pazarlık ederler, işçi ücretleerini düzenlerler. OYAK’ın en popüler şirketi ne? Renault, dünyanın en büyük otomotiv şirketlerinin Türkiye’deki bacağı. E OYAK işçisi sayısız örnek var. Hep tehdit edildi OYAK işçisi greve çıktığında. Ya patronun silahlı kuvvetler bağı var. Silahlı kuvvetleri tekelinde tutan şirket nasıl olur? Bunu sormak gerekiyor.

Bizim yapacağımız mesele bu, bu soruların sorulmaya başlanması. Türkiye solunun şimdiye kadarkinin çok ötesinde bir ağırlığa kavuşması gerek. Bizim gizlimiz saklımız yok, biz herhangi bir sorunun sorulmasından korkmayız, sen herhangi soruyu sorabilirsin.

Zaten soru sormak genelde iktidara geldikten sonra yasak hale gelir, şimdi sormakta sakınca yok.

İktidara geldiğinde emekçi sınıflar, Türkiye’de bazı soruların sorulma ihtiyacı ortadan kalkacak. Yani bütün bu konuşulanlar aslında gırtlağına kadar kire bulaşmış bir tolumsal sistemin patlayan şeyleri. Ortada bir kanalizasyon var, sızıntı yapan borularını tartışıyoruz. Bu sistem temiz olamaz, mümkün değil. Her defasında konuşulanların ötesini tartışmamız gerekiyor. E bize de “her şeyi öteye bağlıyorsunuz” diyorlar, e bağlamak zorundayız, niye OYAK var, versinler bunun yanıtını.

O kanalizasyonu değiştirecek şeyin sadece seçim olacağı tartışma var, sol burada ne yapacak? İYİP genel başkanı HDP’ye sesleniyor, “ayrı aday çıkartın” diye, ilk turda ona destek vereceklerini biliyorlar. Böyle bütün programlarda onlar tartışılıyor, sol tartışıyor mu? Cumhurbaşkanlığı adayında bir ortaklaşma var mı ya da çıkartacak mısınız?

Şunu söyleyeyim önemli bir konuda seçimler belirleyici değil, ama tabi son sözünü söylemek zorunda sol, burada da kendi alternatifini koymalı. Cumhurbaşkanlığı seçiminde sol kendi adayını çıkartmalı, ve tabi ki çıkartacaktır. Bu birleşik bir aday olabilir, olmuyorsa TKP kendi adayını çıkartır. Bu Erdoğan’ın gitmesi kaygısını önemsizleştirmez, biz bu iktidarın gidişini zorlaştıracak bir parti değiliz, böyle bir niyetimiz yok tabi ki. Kendi alternatifimizi ortaya koymak gibi bir yükümlülüğümüz var.

Bütün izleyicilerimiz de hatırlar, dünyada son iki yılda kaç seçimin meşruiyeti sorgulandı, giderek seçimlerin de sorgulandığı bir döneme giriyoruz. Bazı ülkelerde sürekli seçim oluyor, mesela İsrail, gene beceremediler. Ya da bazı ülkelerin seçim sonuçlarını bazı ülkeler tanımıyor, ya da diyorlar ki büyük bir usulsüzlük yapıldı. 

Bazı ülkelerde sandıktan daha büyük bir güç var, uluslararası tekellere ait medya. Dolayısıyla sandığın gücü oldukça düşük. Bizim açımızdan, sadece Türkiye’de değil, dünyadaki ezilenler açısından, tek bir silah var her durumda örgütlü davranış. Bu toplum örgütsüz. Biz ısrarla aynı şeyi söylüyoruz, seçimde de, salgında da, sokakta da, depremde de, baskıya karşı da örgütlü davranma refleksini geliştirmeliyiz. Sol bunun dışında var olamaz. Solun medyatik manevralarla, altı boş çıkışlarla, seçim pazarlıklarıyla bu ülkede bir güç olacağı iddiası kesin bir saçmalıktır. Hem teorik bir saçmalıktır, biz marksistiz, tarihe bakarız ve buradan dersler çıkartırız, hem de bugüne dair gözlemsel bir saçmalıktır. Sol örgütsüz bir biçimde kimi şeylerle “dans ederek” güç kazanamaz. 

Bizim yapmamız gereken şey örgütlü ve tutarlı davranış. Nabza göre şerbet vermemek solun en büyük ilkesidir. Tabi güncele yanıt vermek zorundayız ama aynı yöne işaret etmek zorundayız. TKP bıraksın emek sermaye çelişkisini, Sedat Peker neyi gündeme getirirse onu tartışsın, bunu yapamayız. Dolayısıyla yeni sorular sormak zorundayız.

Bize niye ısrarla aykırı sorular soruyorsunuz diye soranlara şunu diyorum, öbür türlü TKP’ye ihtiyaç yok, siz ölü bir TKP istiyorsunuz. Madem biz marjinaliz, madem seçimlerde az oy alıyoruz, o zaman bize ihtiyaç yok, bildiğiniz gibi devam edin, ama bırakın TKP kendi bildiği doğrusunu hayata geçirsin. Bunu yapmazsak TKP’ye gerek yok. Ha istiyorlar ki TKP de bütün bu bulamacın bir parçası olsun, gündelik siyaset yapsın, ilkesizleşsin, bulanıklaşsın. Biz TKP’yi bunun için kurmadık.

Afyon’da güneyde 1 oy çıktı TKP’ye, neden aday çıkardınız?

Daha önce hiç oy çıkmayan bir yerdi. 0 oy alacağını bilsek dahi, (bizim adayımız dışarıdandı dolayısıyla kendisi oy kullanmadı) aday çıkarırdık, niye böyle bir sorumluluğumuz var, TKP herhangi bir parti değil, bu düzeni karşısına almış bir parti. Herkese, şu anda TKP’ye çok uzak olanlar, ya da bilinçsiz bir şekilde düşmanca davranan herkes bilmeli ki böyle bir parti var. Biz sonuçtan korkup seçime girmekten niye kaçalım? 

Sandık meşruiyetini tartışırken, bu defada içinde kalarak buna meşruiyet kazandırılmış olunmuyor mu?

Seçimlerin meşruiyet yitimi tarihte belli dönemlerde olabilir, ama bunun için halkın seçimlerden umudu kesmesi gerekir. Şu an öyle bir durum yok, üstelik “oy” sadece oy değil. Bir ifade platformu, biz buradayız diyorsunuz, TKP’nin belki de sola en uzak yerlere kendisini gösterme platformu. Dar anlamıyla TKP değil, başka bir düzen seçimi. Şimdi arasınlar dursunlar TKP’ye kim oy verdi burada diye, öyle konuşmalar oldu. Bazı sağcılar dalga geçmişler 1 oy aldılar, bizim için hiç bir önemi yok. Seçimlerdeki oyun tabi önemi var, insanları oy vermeye çağrıyoruz, ama “az oy alırsak” diye bir korkumuz yok.

Bize söyleyenlere başka güçlü taraflarımızı gösteririz. TKP Türkiye’yi ve dünyayı değerlendirme gücünü ortaya çıkartır, örgütlü davranışını ortaya çıkartır. 

O seçimde tartışılacak başka bir şey var. Belik de önümüzdeki günlerin fotoğrafı o. Jandarma seçimlerde sandık başlarında durdu, zannediyorum Gelecek Partisi’ydi yarışan jandarmayla tartışırken “AKP’nin kolluk gücü haline geldiniz” demişti. Zannediyorum gene 2000 seçmenin olduğu yerde Bakan gidiyor oraya, Süleyman Soylu konvoyla miting yapıyor ve böyle bir krizle sandıktan AKP’nin çıktığı bir yer. 

Şimdi Türkiye’de seçim sistemi zaten eşitlikçi değildi, çok açık ihlaller var, son seçimlere bakıldığında hep açık, hatta açık olarak gerçekleştirilmiş ihlaller var güç gösterisi var. Diri bir muhalefet masayı devirir. Meşru değildir dersiniz. Biz düzen muhalefeti adına konuşacak değiliz, ama öte yandan da o kadar şey yapıyorlar, o zaman da söz hakkımız doğuyor. Biz hükümetin alternatifiyiz diyorlar, nasıl alternatifiniz? Bunlar ihlaller olduğu anda diyeceksiniz ki “bu oyun böyle oynanmaz, oyunun kurallarını bozuyorsunuz siz, biz yokuz”. E ama biz yokuz diyemiyorlar, çünkü bir meşruiyet krizini muhalefet istemiyor. Usulsüzlükler var, ilk kez mi yapılıyor, açık sayım yapıldı, oylar çöpe atıldı, oy pusulaları bulundu, hepimiz tanık olduk, polisler üç kez beş kez oy kullandı, bunlardan sonra ne oldu? Hiç… Burada tek bir yaptırım var diyeceksiniz ki bu seçimler meşru değil. Bunu diyemiyorlar, bu da iktidarın önüne büyük bir hareket alanı açıyor.

Bunun karşısında yaptırımı olmayan bir muhalefet var, sermaye sınıfımızın bir yumuşak geçiş emeli var, bunun aktörü olmak isteyen bir muhalefet var. Biz böyle yapmayız, TKP yeterli bir örgütlülüğe ulaştığında bunu yapmaz. Çünkü “yapıcı muhalefet” denilen şey bu ülkeyi yıkıyor. Sonuçları halkımız için çok yıkıcı. 

Bugün hiç bir şeyin bir bedeli yok, istedikleri gibi at oynatan bir siyasi iktidar var, Türkiye’de halkın örgütlü olduğu bir tabloda işler değişecektir.

Erdoğan o atı Biden’la oturduğu masada oynatabilecek mi?

Bence o görüşme bitti, demin seçimler hakkında söylediklerim büyük ölçüde Erdoğan’la Biden ilişkilerinde de geçerli, büyük ölçüde belirlenmiştir. Yarınki görüşmede bir sorun çözülemez. Belki oradaki fotoğraf sembolik değerler taşıyacak. 

Çözülemeyecek konuların hangileri olduğu belli oldu, hangi konuların nasıl çözüleceği ayrıştırıldı. Baştan beri söylüyoruz, Biden ve Erdoğan, Türkiye-ABD ilişkilerinde bundan 6 ay öncesine göre daha sıkı bir ilişki olacak. Bunun önünde bir engel olduğunu düşünmüyorum, en çok konuşulan şey S-400 meselesi, buna kalırsa iş çözülür, asıl meseleler daha stratejik başlıklardı, orada da ben anlaştıklarını düşünüyorum, bu pürüzsüz bir ilişki anlamına gelmez.

Bazı basında şu yazıyor: “Erdoğan hiç bir istediğini alamayacak” bu bir olasılıktır, ABD’nin Erdoğan’ın üzerini çizmeye karar vermesi… Ama şu anda böyle bir tablo görünmüyor. Daha çok sembolik değeri olan bir görüşme gerçekleşecek.

Tüm köşe yazılarında medyada şunlar yazıldı, Erdoğan-Biden görüşmesi iyi geçerse ekonomik durum düzelecek, hatta Soylu da Temmuz ayından sonra yükselişe geçeceğiz dedi, Erdoğan bu hafta grup toplantısında “açlık var, siz doyurun” dedi. Bir şey söylemek ister misin?

Buna dair çok şey söylendi. Beni üzen şudur, bu lafı eden, Türkiye’de yoksulluk, açlık, işsizlik, adaletsizlik bu kadar baskın bir şekilde toğlumun üzerindeyken bu sözü söyleyen kişinin iktidar olmaya devam etmesi bizim için travmadır. Dalga geçiyor, iktidardaki birisi “hadi siz çözün açlık sorununu” çünkü açlık trafik sorunu gibi değil, yaşamsal bir şeyden bahsediyoruz ve orada bu lafı eden birisi iktidarda kalmaya devam ediyor. Toplumun karşısına geçti ve bunu söyledi. Bunun hesabı sorulacak.

Bunun hesabının sorulmasında sokaklardan çok korkuluyor, düzen siyaseti dediğiniz partilerde meclis dışı partiler sokağa çıktığında bir endişe hali var. TKP’nin haftaya Ankara’da mitingi var, izin alabildiniz mi?

Biz şu “normalleşmeye geçişle” beraber (o da bir alem tabi) etkinlik ve eylemlerimizi arttırdık. Burada derhal engellemeyle karşılaşıyoruz, bu beklediğimiz bir şey. Geçen hafta sonu Beşiktaş’ta kalabalık bir şey gerçekleştirdik bütün engellemelere rağmen. “Biz engelledik, izin vermiyoruz” yeterli bir şey değil bizim için. Eğer kendi kurallarına uymayacaklarsa bu kendi bilecekleri iş. Onlar uymayacaksa biz de uymayız.

Ankara’da bir miting yapacağız, miting için “izin almamız” gerekmiyor, biz başvuru yapıyoruz, bildirimde bulunuyoruz, ha yasaklayabilirler, ama şöyle söyleyeyim bizim aslında “izin belgelerimiz var” bu miting ve başka eylemler için. O izin belgelerimiz nedir? Ayasofya Mitingi’dir, AKP’nin Kongreleri’dir, AKP’lilerin yaptıkları irili ufaklı mitinglerdir, bunlar bizim “izin belgelerimiz”. Ben herkesi Ankara’da saat 4’te gelecek hafta Cumartesi günü yapacağımız mitinge çağırıyorum. Karanlığı yırtıp atacağız diyoruz, bütün meselelerde, mesele sadece bu son birkaç gündür olanlar değil. Türkiye’de son videolara sığamayacak başlıklar da var. Bütün suçların üstüne gideceğiz. Bütün derdimiz şu, örgütlü hareket edebilme yeteneğini arttırmak, Türkiye’de halk birlikte hareket edebilme yeteneğini geliştirdiği anda o zaman düzlüğe çıkarız, karanlığı yırtıp atarız. 

Aynı gün bizim başka kentlerde de etkinliğimiz olacak ama bütün Ankaralıları Anıttepe’de saat 4’deki mitinge bekliyoruz.

Yanımızda Yunanistan’da 8 saatlik işgününü çöpe atmak isteyen iktidara karşı işçi sınıfı masaya yumruğunu vuruyor. Orada iktidarın işi zor, bizde de aynısı olması gerekiyor. Hem yarın hem de bugün için.

Dün “engelleyebildiğimiz” virüsü bugün “engelleyemediğimiz” için bugün herkes evde.

Ya bu gerçekten akıl dışı, bu tamamen siyasi iktidarın toplumsal yaşamı kısıtlamak, insanların yana yana gelmesini önlemek için attığı adımlar. Bunun için fantastik çözümler üretiyorlar ama bu toplum bu kaba sığmıyor. Biz hep şunu söylüyorduk, Türkiye asla AKP’nin diktiği elbisede rahat edemez. 

Dün İstanbul’daki tablo şuydu: Bu toplum bu yasakları bazen sağlığı da riske atarak “ben bunu tanımıyorum” diyor. Dolayısıyla bu yasaklar sağlığı da riske atmaya başladı, çünkü insanların burasına geldi. Mantıklı önlemleri de etkisizleştiren aptalca yasakçılık var. Ama bu iktidarda akılcı düşünce olamaz.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Günebakış Trabzon Haber