Reklam

Reklam
Reklam
Haberim Hamsi | Trabzon Haber

MUHAMMED RIDVAN SADIKOĞLU’NUN KALEMİNDEN ÖMRÜMÜN BESMELESİ

Yalnızlığın tozunu alırken harfleri çalınmış ömrümün beyazları kirletilmiş bir zamanında çıktı karşıma, derinliklerinde kaybolduğum hüzün kokulu gözlerin. Kürek olup toprak atmak istiyorum adadığım ömrüme uykusuzluğumda yitirdiğim sevinçlerimi yeniden yeşertmek için; sinemde taşıdığım o virane kenti inşa etsin diye gözlerin. Söylesene bana yürek ağrım, neresine düşer huzur; şu yorgun ve bezgin ruhumuzun.

Hırpalanmış bulutların yorgun yağmurları kadar ıslak gözlerim iyi bilir uzakların yurdu olmadığını, bir kartalın pençesinde can çekişen avın yakarışlarıyla kanarken hayallerim.

Ölümün en çok bizi beğendiği ömür sayfamın rüyası değişir mi dersin ömrümün vuslatı şehirlerin egsoz kokusundan uzak tertemiz bir sakinlikte yüreğimin tek gözlü şatosuna işlerken ilmek ilmek kokunu.

Sözcüklerin ağrılı elbisesini giyip çıkarıyor durmadan yüreğim bir parça ekmeği bölerken geceye; geçmişim geleceği kovalarken bu kadim yaranın içinde ve zaman, nakavt yumruğu yemiş bir boksörün rakibe sarıldığı gibi yorgun duruyor bedenimde.

Yan yana uzanmış yaralarımızdan tanışırken seninle; yetim kalmış bir ezgi sarılıyor dilime kederin nabzı kaç atar diye haykırır yüreğim, dizginlenemeyen beygir gücü ile kişnerken ömrümüze.

İstemem o acılı yaslar düşmesin artık aynalarıma, ayrılık türküleri mırıldanmasın yorgun yüreğim; bakışların kılıç çekmesin yaralarıma. Mavisini eskitmiş ömür semamda derisini atamamış yılanlar ısırmasın acılarımı…

Parmak izimi taşıyan kaçak harflerde ömrüme tırmanırken o hüzün kokulu gözlerin, içime akan gizli tünellerin kaçakçıları, zamanı fısıldıyor kulaklarıma; şifresi kayıp vakitlerin dehlizinde kulaç atarken ruhum. Mutluluk resmimizi çiziyor gözlerine ve gölgeler iniyor ömrüme yabancı olduğum her harfinden belli olan sevdamı haykırırken tutsak yüreğim.

Say ki…

Bir iftar anında susuzluğumun ateşine dermandı varlığın. Bir seher vakti okunan lahuti sedanın yanağımda bıraktığı iki damla yaşla semaya uzanan bir dua belki de… Soluk renkli yürek ülkemin bahar mevsimi, cebimdeki yenilgilerimin ilahi terennümü. Ömrümün yangın yerinde makyajı bozuk hayatımın yetimliğine bir isyan beni kimsesizliğimden yakalayan, kim bilir…

Say ki…

Sıcak bir yaz günü serin ırmaklara dalar gibi titrerken birbirimize cümlesi yasaklı kitaplar gibi ay girmiş düşüme, zaman sarkmış, tarih unutmuş notunu. Uzun bir cümle olmuşsun sol yanıma noktası sonsuzluğa uzanan. Gözlerinin vuslatında ezilen kelimeler kelime-i şehadet gibi tekrarına düşürmüş beni her an sana olan sevdamı tazeleyen…

Ne gönlümün kıyısındaki benzi solmuş harflerim, ne de suya yansımış mırıldanmalarım direnmiyor artık makas izlerini taşıyan zamana. Kodlanmış vakitlerde genlerimde dolaşan dervişlerin feryatlarında, gözden kaybolurken sana kurduğum köprüler adını hiç duymadığım sevda ülkesinde yarı çıplak kahkahalar yankılanıyor zihnimin duvarlarında. Gece olunca ilhamla sevişen harflerimin, binlerce cümleye gebe boynunu bükük bırakıp vazgeçiyorum herşeyden, adın düşünce ömrümün vuslatına.

Hayatıma bir yudum huzur ısmarlıyorum kaybolurken hüzün kokan gözlerinin uzayan yetimliğinde, iki dudağının arasına sıkışıp kalan ömrümle seyrederken kendi gökyüzümden geceyi.

Yüreğimin Kabe’ sini tavaf ederken nefesin, sesim öfkene çarpıyor; yaralarım tanıyor etrafıma saçtığın kurumuş ateşten cümleleri, savrulan anılarım yırtılırken tam ortasından. Bir bulut fırtınası geçiyor beynimden, arkasında temiz bir sayfa bırakmış sükunet ve dürüstlüğümün kaybolan nefesi. Bu yüzden seni affedecek kimse kalmasın diye öldürüyorum bütün dilleri, avucuna bıraktığım yüreğim can çekişirken, çıplak ayaklarımdan çocukluğum çekiliyor.

Yüreğimin ana yolunda fren izlerini taşıyan hasarlı sözcüklerimin noktalara karşı isyanında ağır yaralar aldı, tüneller geçerken tarihimin şahitliğinden; suç işlemiş çocuklar gibi gözaltından bakıyorum kırgın durduğum düşüncelerime; paslanmaya yüz tutmuş gönül alfabem haykırırken en yüksek perdeden çığlıklarımı. Bir dervişin sırtındaki çul kadar yoksul kelimelerle tarif edebilir miyim sana olan yürek sancımı.

Fısıldarken dudaklarım avuçlarıma adını, telaşıma değiyor saat, gecenin sensizliği tırmalıyor yüreğimi bana doğru akan cılız bir ırmağın kısık nefesinde. Acılarımın yitip giden ezgilerinde bulutlar yaklaşırken başıma, suları kurumuş ırmakların yıkılmış köprülerine benziyor bu kez yüreğim, hiçbir takvim ölçemiyorsa sensizliğimi kaderime yanlış zamanda yazmışlar belki de ismini.

Kimbilir , belki de ucu açık unutulmuş bir cümlenin kayıp noktasıyım diye avutmak istiyorum kendimi, dökülürken başıma gecenin zemheri sessizliğinde amansız düşler.

Gözlerimizi örtüp kirpiklerimizin adaletine sığınan ışık kadar kısa ömürlü hayatın başında duran bir mezarlık çoğalıyor ömrümüze, kapsama alanı dışına çıkmış

merhameti fısıldarken dudaklarımız, utançlar biriktirerek boynumuzun köküne. Ruhum düşerken bakışlarındaki uçurumlardan sence kanatlı cümleler kuruyor nefesim, saçlarınla örtüyorum ömrümü gecemi aydınlatsın diye ismini fısıldarken yüreğim; cebimdeyse kırışık cümleler, hüzün kokan gözlerine konan tarihte çoğaltırken ikimizi. Yumuşak düşlerim kaya gibi ezberlere parçalanıp dağılırken dertten lale gibi yanık bağrımdaki gönül kalemim, kâğıtla sevişiyor.

Vakit gecenin ötesi; derinleşen geceyi yorgun yüzüme çekiyorum isimsiz mezar kadar küsmüşken zaman. Beynimde sevişen harfler karıncalı izler bırakırken sayfalara dinlendir yitik sesimin kayıp ezgisini ömrümün besmelesi, hafızama çarpan sensizliğim içimi acıtıyor, sensizliğin sesinden kısılırken yüreğim.

Özlemek zor şeydir ömrümün vuslatı; hele de çırpınan yüreğinde dar ağacına astığın kelimeler arasında bir tutam buluta tutunup özlerken susmak. Kim bilir belki de bu yüzden gökten ateş yağan bir yaz güneşinde terleyen ırgatların yüreğine, yahut da kokusunu içime çektiğim bir bebeğin mutlu gülüşüne havale ettim suskunluklarımı.

Sevda deryasının dalgalı gözyaşları içinden kulaç atarken sana, günün telaşını atmış gecenin derinliklerinden yüreğimi bırakıyorum avuçlarına; çocuk yüzümü örten gurbetlerin hasretler büyüttüğü bağrımda bulutlara küskün bir göğün göğsüne girerken dualı ellerim.

Hakikatin karanlığa peşkeş çekildiği silikon dolu kentlerin plastik kokan nefeslerinde kadifeden sessizliklerle büyürken kumdan kaleler ve fermuarı bozuk morallerin geceye sarkmış nefesleri bize kadar taşırken o beyazı kirletilmiş ellerinden öperek örttüğüm zaman, uykusuzluğuma yanıyor hüzün kokulu gözlerinin ışığı, harflerin maskelerini kaldırırken mürekkep kokan ellerim.

Işıklarını söndürmüş yüreğimin korkularıma armağan edecek bir çıt beklerken; gözlerim geceye tetik çeken bakışlarında havaya kalkıyor; kurduğum hayallerin intikamını tek tek hesabımdan düşerken hayat.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Günebakış Trabzon Haber