Türk yurdunda büyük oyunlar sahneleniyor!
Yıllarca yazdık çizdik ama siyasette körler sağırlar, birbirini ağarlar.
Bunca üniversitenin varlığı ile övünüyoruz.
Siz bilim yapmadıktan ve ondan hızla uzaklaşma yolunu tercih ettikten sonra 200 değil, 200 bin üniversite açsanız elde var sıfır.
Ülkemizde 18. yüzyıldan itibaren etnik bir ayrışma argümanı olarak dış odaklarca kullanılmaya başlanan, “Kürtçülük” projesi yakın bir gelecekte, ülkemizin başına çok ciddi sorunlar açabilir endişesini taşıyorum.
Aziz Türk milleti!
Sadece Türkiye’de değil, yer küre üzerinde Türk’ün olmadığı hiçbir ülke yoktur!
Kendimize gelelim!
Türk milletinden başka yeryüzünde, kadim bir uygarlığa ve medeniyete sahip hiçbir millet yoktur.
Hiçbir milletin mensuplarından, bizim milletimizin yeryüzüne dağılması ve yerleşik hayat sürmesi gibi bir olaya asla denk gelemezsiniz.
Bunu üniversitelerimiz neden ve nasıl inceleme gereği duymaz!
Türk Tarih Kurumu 1938’den sonra adeta kadük pozisyonundadır.
Asya kıtasından tüm dünyaya yayılan ve göçebe değil, göçmen olan yüce Türk milletinin evlatları, asla başka bir isim adı altında tarihte anılmamış ve yazıtlarda yer bulmamıştır.
Türk her yerde ve daima Türk’tür.
Bu yüce ve kadim uygarlığa sahip aziz milletimizi her daim bölmeye çalışanlar olmuştur.
Son 300 yıldır altına odun atılarak kaynatılan ve aslında büyük bir yalan propaganda olan “Kürtçülük” meselesi Türk milletini bölmek için kasıtlı olarak üretilmiştir.
Tarihte ve gerçekte hiçbir Türk yazıtlarında böyle bir halk veya milletin olduğuna tanıklık edemezsiniz, çünkü yoktur.
Bugün başta ABD olmak üzere, tüm batı ülkelerinin istihbaratı bu konuda harıl harıl çalışmaktadır.
Dış servislerin istihbarat laboratuvarlarında üretilen ve aslında tarihte hiç olmamış bir millet kavramı üzerinden Türkiye’ye karşı çok ağır bir darbe vurulmanın arifesindeyiz!
O bakımdan, devletimizin ve özellikle de Türk Tarih Kurumu’nun neredeyse bir asra yaklaşan bu tarihi hakikati açıklamama ihmalini acilen telafiye gitmesi gerekmektedir.
Güneydoğulu Türk kökenli vatandaşlarımıza “Kürt kökenli” demek, tarihi gerçeklere ters düşmektedir.
İşte ispatı:
Peki, nedir “Kürt” sözünün aslı…
Öncelikle ricamız şudur.
Bu saptamaların yapılması ve meselenin gerçek yüzünün ortaya çıkarılmasının, farklı niyet okumalarıyla sulandırılmaya çalışılmamasını temenni ediyorum.
Bir kere, Japon dil bilimci Kojma, Kürtçe diye bir dilin olmadığını saptamıştır.
Prof. Dr. Abdulhaluk Çay ise, bu konu hakkında yapmış olduğu derin araştırmalar sonucunda, M.Ö. 2000’lerdeki Asur salnamelerinde “KÜRT” sözünün olmadığını, oysa “TÜRK” adının, o tarihlerden de daha da geriye giderek varlığını sürdürdüğünü saptamıştır.
Dünyaca ünlü olmasına rağmen, maalesef Türkiye’de gerekli ilgiyi göremeyen büyük Türkolog Kazım Mirşan hoca işin bam telini çok iyi bildiğinden konuya son noktayı koyacak tarihi saptamasını şöyle yapmıştır:
“Alpertunga” olarak yanlış okunan Alparungu Han’ın bir aşiret reisine, ÖKÜ-ERT yani, “aşiretini yönetme yetkisi” verdiğini Elegeş anıtındaki yazıtlarda okumuştur.
“Kürt” adı bu yetkiyi ifade eden kelimelerin sıkışarak bozulmasından doğmuştur.
Yani, “Kürt” adı bir etnik adı olarak değil, bir idari terim olarak kullanılmıştı.
Zaten Kürtçe de Kürt kelimesi de bundan dolayı yoktur.
Etrüsklerin Türk olduğunu İtalyanlar bile kabul etmişken, bizim tarih kitaplarında halen daha net okutulmaması, gizli bir elin eğitimde ve Türk Dil Kurumu’nda varlığını sürdürdüğünü tüm çıplaklığıyla göstermiyor mu?
Türk milletini bölmek ve birbiriyle vuruşturmak isteyenlerin başvurduğu en etkili ve tehlikeli yol, Kürtlerin Türk olmadığının sürekli pompalanması ve oluşturulan algı ile kanıksanmasının sağlanması olmuştur.
Avrupalı şaşkınlar, 44 satırlı “Cippus” yazıtını bulduklarında, “Artık atalarımızın kökenini bulduk” diyerek, uçaklardan el ilanları atmışlar, kiliselerinde çan çalmışlardır.
Oysa kökenimizi bulduk dedikleri bu yazıtlar öz be öz TÜRK yazıtıdır.
İşin çok ilginç tarafı ise, yine bu tarihi gerçekler Türkiye’de yankı uyandırmamış, tarih kitaplarında ise “Türkler” Anadolu’ya adeta hapsedilmiştir.
Ön Türkler Batı’ya kendi alfabeleriyle gitmiş ve Latin alfabelerinin kökenini oluşturmuştur.
Kişiler arasında renk ve cins eşitliği, seçim ve bunun gereği olan hukuku vermiştir.
Gel gör ki diğerleri gibi bu da, Roma hukuku olarak dünyaya tanıtılmıştır.
Konu dağıldı zannetmeyin…
Bütün bu gerçekler, Türklerin bütün dünyayı saran bir kültür ağıyla örmüş olmasıdır.
Kürt milleti ve Kürtçe diye bir dil olmadığına göre bu kadar yoğun bir propagandanın asıl sebebi nedir diye soruyorsanız ve gerçekten de bunu hala anlamamış gibi görünüyorsanız, algıların kurbanı olmuşsunuz demektir.
Kürt diye, olmayan bir millet olgusu üzerinde mühendislik çalışması yapan ve Türk milletini ancak bu şekilde parçalayabileceklerini çok iyi analiz eden batılıların oyununa geldiğimiz yeter!
Prof. Dr. Haydar Baş Bey, bu oyunu vermiş olduğu şu eşsiz örnek ve tarihi çıkışıyla nasıl da yerle bir etmişti hatırlayın.
“Bir kolumu kessen Türk kanı, diğer kolumu kessen Kürt kanı akar.”
Birleştirmek, kardeş yapmak, ayrılmaz bir parça oluşturmak Prof. Dr. Haydar Baş Bey’in en öncelikli mühendislik çalışmasıydı.
Şapkamızı önümüze koyup her şeyi yeniden düşünme zamanı.
Ayrıştıranı değil, birleştireni rehber edinin.
Gücünü dış odaklardan alana değil, milletten alana ve ona hizmet aşkı ile yanan adreslere doğru yönelme zamanı.
“Varlığımı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığına adıyorum” diyen adresi bulma zamanı.
“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”