İYİ İNSAN OLMAK
Son yıllarda, yani bu iletişim çağında, sosyal medyanın etkisi ve diğer sebeplerle iyi insan olma ve iyi kalabilme yönünde sıkıntılar baş gösterdi. İnsanlar birbirlerine karşı son derece hoşgörüsüz, tahammülsüz. Bu ilanihaye böyle gitmez, gitmemeli. Toplum çok gerildi. Bunda kısır siyasi çekişmelerin, ekonomik bunalımların, bir takım tatminsizliklerin etkisi olabilir ama bu problemler mutlaka aşılmalı.
Son dinin mensupları ve son Peygamberin ümmeti olduğumuz halde, dinimizin, Peygamberimizin emirlerini yerine getirmemek, bunlardan fersah fersah uzaklaşmakla tamamen başıbozuk bir hale gelmiş olmamız ve dışımızdaki insanları kendimize güldürerek, perişan olmamızdır. Bu pespayelik nereye kadar?
Birbirimizden hazzetmiyoruz. Kimse kimseyi sevmiyor, saymıyor. Yardımlaşma yok denecek kadar az. Üst üste bindiğimiz apartmanlarımızda neredeyse kapı komşularımızı tanımaz olmuşuz. Alt veya üst kat komşumuzla merdivende karşılaşsak, selam bile vermiyoruz artık. Çünkü tanımıyoruz, çünkü selamlaşmıyoruz, çünkü bu bize yük geliyor. Oysa önce bir selam versek, ardından hal ve hatır sorup birkaç kelam etsek, harika bir dostluğun temellerini hemen oracıkta atmış olacağız. Ardından bu dostluğu özene bezene korumak gerekir. Küçük şeyleri sorun yapmamakla, hoşgörüyle, empatiyle, diğerkamlıkla güpgüzel yaşayıp gideceğiz.
Oldum olası İran’ın ünlü şair ve düşünürlerinden Sadi-i Şîrazî’yi sever ve hikayeleriyle beyitlerini çok beğenirim. 13’üncü yüzyılın başından sonuna 80 küsur yıllık ömrüne çok şey sığdırdı.
Manzum hikayelerini kaleme aldığı Bostan ile öğretici hikayelerini topladığı Gülistan, ünlü iki eseridir. Bunlardan başka birkaç eseri daha vardır.
Yüzlerce hikayeden oluşan eserlerinde son derece öğretici şeyler bulmak mümkündür.
Şimdi o eserlerden bazı hikayeler sunmak istiyorum.
“Ey kardeş! Bu dünya kimseye kalmaz. Gönlünü, her şeyi yaratan Allah-ü tealaya bağla. Sana bu kafidir. Dünya mülküne güvenip bel bağlama. Çünkü bu dünyada senin gibi birçokları yaşamış ve sonunda ölüp gitmiştir. Değil mi ki, en sonunda ölüm vardır ve bu can göç (ölüm) yolunu tutacaktır. O halde ister taht üzerinde can vermişsin ister toprak üzerinde, ne fark eder!”
Yine Gülistan’da, evladını kaybeden birinden bahsederken şöyle der: “O dar, karanlık yere bakınca halim perişan oldu. Bu halimden kurtulup aklımı başıma topladığım zaman çocuğumdan kulağıma şu sözler geldi: Baba bu karanlık yerden ürküyorsan aklını başına topla. Buraya ışıkla gel. Mezar gecesinin gündüz gibi aydın olmasını istiyor musun, bu dünyada iken amel çerağını uyandır. Görmez misin hurma ağacı meyve vermeyiverir diye hurma yetiştirenler nasıl titreşirler? Halbuki bir takım tamahkârlar buğday ekmeden harman kaldıracaklarını umarlar. Fakat Ey Sadi, meyveyi hurma diken yemiş, harmanı tohum eken kaldırmıştır.”
Onun için, ahret yurdunda harman yapabilmek için, iyi tohumlar ekmemiz gerekir.
Bugünlük başınızı fazla ağrıtmadan Bostan’dan bir beyitle yazımı sonlandırmak istiyorum.
Sad bar yek-i kerdi-yü didi ki semereş râ
Hub-i çe bedi ki yek bar ne kerdi.
(Yüz kere kötülük yaptın, semeresini gördün. İyiliğin ne kötülüğünü gördün ki onu bir kere işlemedin)
İyilikle ve Muhabbetle Efendim!