HİÇBİR KORKUYA BENZEMEZ HALKINI SATANIN KORKUSU
Muğla’da yapılması planlanan Rüzgar Enerjisi Santrali (RES) projesine ilişkin olarak Muğla Valiliği tarafından ‘ÇED raporu gerekli değildir.’ kararı verilmişti.
Yapımı planlanan RES proje alanında korunması gereken kültür varlıklar bulunmakta ve yer seçimi plan hükümlerine uygun olarak kararlaştırılmamaktaydı.
Bu denli büyük çaplı etki doğuracak bir projeye başlamadan önce bakılması gereken en temel unsurlardan biri olan ‘rüzgar potansiyeli’ bakımından yeterli olmayan bu konumun seçilmesi kafalarda soru işareti oluşturmuştu.
Projenin bu denli isabetsiz bir bölgede ve korunması gereken kültürel varlıkların ortasına yapılmaya çalışılması üstelik valilik tarafından böyle bir konum için ‘Çevre etki değerlendirme raporu gerekli değildir .’ kararı verilmesi halk tarafından büyük bir tepki ile karşılanmış vatandaşlar hak ihlallerini önlemek amacıyla Muğla İdare Mahkemesi’nde iptal davası açmıştı.
Muğla İdare Mahkemesi davacıları birçok bakımdan haklı bulmuş valiliğin bu kararını iptal etmişti. Mahkemenin iptale ilişkin verdiği karar genel hatlarıyla :
1)Yer seçiminin plan hükümlerine uygun olmaması,
2) Bölgenin rüzgar potansiyeli bakımında yetersiz olması,
3)Alanda bulunan korunması gerekli kültürel varlıkların mevcut olması
başlıklarından oluşmaktaydı. Bu karar üzerine projeyi yapacak olan firma önceki konuma çok yakın aynı alan içerisinde bulunan iptal edilen RES çevre etki değerlendirme kararına konu RES’in yapılacağı bölgede başka bir RES için valilikten yine ‘ÇED raporu gerekli değildir.’ kararı alındı.
Bu kararlar izaha muhtaç ve abasle iştigaldir. Söz konusu karara ilişkin vatandaşlar sessiz kalmamış idare mahkemesine kararın iptaline ilişkin olarak ikinci davayı açmıştır. Mahkeme tarafından yine iptal edilmiştir.
Muğla Valiliği kararın ardından Danıştaya kararın bozulması için başvuruda bulunmuşsa da başvuru süre aşımı nedeniyle reddedimiştir. Şüre aşımı söz konusu olmasaydı dahi karardaki hukuka aykırılık nedeniyle esastan reddedilecekti.
Danıştay başka bir kararında bu konuya ilişkin olarak; Çevre Kanunu`nun 10. maddesi uyarınca, “dava konusu planlamanın konusunu oluşturan … Rüzgar Enerjisi Santrali Projesi hakkında ÇED Olumlu kararı alınmadıkça tesise ilişkin onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilmesinin mümkün olmaması nedeniyle, dava konusu planlamanın gerekçesi ortadan kalkacağından, uyuşmazlığın çözümünde çevresel etki değerlendirmesi sürecinin de göz önünde bulundurulması, her iki sürecin birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.” Demektedir.
Rüzgar santralleri hidroelekrik santrallerin kurulmasındaki birinci amaç yenilenebilir enerji kaynağı üretmek olup böyle bir projeye başlanmadan evvel araştırılacak öncelikli husus enerji potansiyeli yüksek olan bölgelerin seçilmesidir.
Bu bölgeler belirlendikten sonra çevreye en az zarar veren bölgelerde olası santralin çevreye olan etkisi araştırılıp buna göre planlar oluşturulur. Söz konusu olayda kurulması planlanan bir rüzgar enerji santrali vardır.
Bu santralin kurulması için belirlenecek olan bölgede aranması gereken ilk şart rüzgar potansiyelinin yüksek olmasıdır. Olaydaki santral rüzgar potansiyeli düşük bir bölgeye kurulmaya çalışılmaktadır. Hal böyle iken bir de üzerine çevre etki araştırmasını önlemek amacıyla valilik tarafından’ Çed raporu gerekli değildir kararı verilmesi’ akla izana sığmamaktadır.
Mahkeme tarafından verilen iptal kararı üzerine ısrarla aynı bölgede başka bir yerde proje yapılmaya çalışılmış yine valilik tarafından ikinci kez aynı abes karar verilmiştir. Valilik kanun yoluna süresinde başvurmadığından Danıştayca başvuru reddedilmiştir. Olaylara bakıldığında bir mantık silsilesi içerisinde gelişmemektedir.
Bu olayın tarafları kendi temsil ettikleri grup bakımından birer numune teşkil etmektedir. Vatandaş-valilik-RES proje sahibi firma-mahkeme hepsi kendine has değer yargılarına sahip her biri başka bir fikri eylemleri ile temsil ediyor.
Hepsinin aynı anda kendi fikrini baskılamaya çalışması neticesinde uyum ortadan kalkmakta ve her biri kendini belli eder olmaktadır.
Sağlıklı insan organlarının varlığının farkına varmaz. Bir organın tek başına farkına varmamız için o organın hasta olması gerekir; çürüyen diş ,kırılan ayak , ağrıyan baş kendini belli eder. Bu durumlarda farkına varmak hastalıktır.
Türkiye’de vatandaş sosyal yaşamının büyük bir kısmında kurumların farkına varıyor, çünkü kurumlar hasta. Her biri ahengi bozup kendi ideolojilerini baskılamaya çalışıyor tarih boyunca da bu böyle oldu.
Hiç kimseyi kendi ideolojisinin gereğini yapmaya çalıştığı için suçlayamazsınız. Yalnızca Bu hastalığa bir çözüm bulmanız gerekir. Bu çözüm hiç şüphe yok ki adalettir.
Türkiye’deki durumun çözümü de farklı olmayacaktır. Vatandaş her durumda kendi kurumlarla karşı karşıya bulmak istemiyorsa hem sosyal anlamda hem kurumsal anlamda adalete inanmalı ve adaleti ilke edinmelidir. Adil olanı zor da olsa kabullenmeyi bilmelidir.
Tüm bunların temelinde inanç vardır. Che:
’Bir şeyi yapmak için onu çok sevmelisiniz,bir şeyi sevmek için ona delicesine inanmalısınız.’
Der. Kurumlar adil oldukça toplum bu çarka çomak sokabilir.
Ben hayatın boyunca sistemin adamı olmamaya çalıştım, toplumun yaralarına parmak bastım, nerede bir haksızlık görsem üzerine gittim. Tüm bunları adalete olan inancımla yaptım. Adaletin büyük bir kısmını kişinin kendisine haksızlık yapılmasına karşı çıkması oluşturur.
Halkla birlikte haksızlığa karşı çıktık hakkımızı elimizden çekip almak isteyene dur dedik. Adalet bayrağınını taşıyan bugün biz olduk yarın bizim yerlerimizi başkaları alacak.
Nazım ustanın dediği gibi ’’Ben sadece ölen babamdan ileri , doğacak çocuğumdan geriyim ve bir kavganın adsız neferiyim.’
Av. Remzi Kazmaz