EVİMİZ
İ
İnsanoğlu, tarihin hangi evresinde tam anlamıyla “ev”lendi bilinmiyor ama bu yine de binlerce yıl öncesine dayanıyor. Yapılan araştırmalara göre ilk evler, Konya Çatalhöyük’te İsa’dan önce 7 binli yıllarda yapıldığını gösteriyor. 2 bin de İsa ‘dan sonra eklenince yaklaşık 9 bin yıl eder. Şanlıurfa Göbeklitepe, bundan da eskidir. Onun da 11 bin yılı var. Bu ilk evler çok ilkel olmasına rağmen, onlar için çok kutsaldı.
İnsan, evinin kıymetini, evinden uzak düştüğü zaman çok daha iyi anlıyor. Hepimiz, bir seyahate çıktığımız zaman evimize dönerken, mutluluktan uçarız. Hele evimize kavuştuğumuz zaman, adeta bayram ederiz. Üstelik bu sadece evimizle de sınırlı değildir. Evimizle birlikte, sokağımız, caddemiz, mahallemiz ve hatta şehrimiz de bizim için kutsaldır. Bu, aynı zamanda coğrafyanın da önemini göz önüne serer.
Bendeniz öyleyimdir; evimden uzaklaştığımda evimi özlerim. Bu, evimin güzelliğinden, ferahlığından değildir; benim evim olmasındandır. Yine, uzun zaman çıkmadığım sokağıma, meydanıma da hasret duyarım. Bir hafta şehre gitmesem, büyük bir özlem kaplar içimi. Gittiğimde de, sanki yeni bir dünya keşfetmiş gibi olurum. Bu, metaforik (mecazi) bir durumdur.
Bir de, yaşadığı semtle özdeşleşmiş insanlar vardır. Belki hepimiz, yaşadığımız semtle ilgili az çok bir özdeşleşmişliğimiz vardır ama bazı şahsiyetler için bu çok daha anlamlıdır. Mesela Ahmet Yüksel Özemre için Üsküdar bir başkadır. “Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı”nda, (1) küçücük bir dükkanda yaşananları, öyle mükemmel bir üslupla anlatır ki, kendinizi orada hissedersiniz veya benim gibi orada olanları kıskanırsınız. Yine Mithat Enç’in Gaziantep’i, bir başkadır. “Selamlık Sohbetleri”, Uzunçarşı’nun Uluları” kitapları yine Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu kentteki hayatı konu alır ve okuyucuyu şehirde dolaştırır.
Şiirlerde de yine evimizi, sokağımızı, hasılı coğrafyamızı buluruz.
Toprak damlı evimizin
Üç yanı sokağa bakardı
Anamın sıcak kucağında
Güneşli dünyalar vardı
derken Kerim Aydın Erdem, sizi başka bir dünyaya götürür ve dünyada bir daha hiç göremeyeceğiniz ananız bu kez burnunuzda tüter.
Nice şairlerin şehrengiz (2) yazmaları, bu özlemdendir.
Yahya Kemal, Ankara’nın en çok dönüşünü sevdiği güzel İstanbul’da yaşadığı halde, Makedonya Üsküp’te doğduğu evi ve mahallesini hiç unutmaz.
Kaybolan Şehir adlı şiirinde Üsküp’ü şöyle anlatır:
Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır,
Evlad-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır.
Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla biz’di o.
Üsküp ki Şar Dağ’ında devâmıydı Bursa’nın.
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.
Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.
Ben girmeden hayâtı şafaklandıran çağa,
Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.
İs’a Bey’in fetihte açılmış mezarlığı
Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı.
Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için.
Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.
Eve özlem, aynı zamanda toprağa da özlemdir. Toprağı işlemek, bu özlemin daha doğrusu bu hayatın önemli bir parçasıdır. Tarla sürmek ve yakınındaki evde olmak, ayrı bir hazdır insanoğlu için. Toprağa dokunmak evet toprağa dokunmak…
Aşık Veysel, o yüreklere işleyen türküsünde;
“Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sâdık yârim kara topraktır
……..
Havaya bakarsam hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam nerde kalırım
Benim sâdık yârim kara topraktır”
diye inler.
Ev deyince tabi içinde oturacak bir yerler bulmakta zorlanacağımız, aman oraya oturma buruşur, aman buraya oturma kırışır cinsinden değil, başımızı soktuğumuz ve içinde her daim mutlu olduğumuz evlerden bahsediyoruz. İçinde bin türlü teseyyüp(3) bulunan evler değildir aradığımız.
Torununun ölümüne ağlayan yaşlıca kadına Hz. Nuh, torunun kaç yaşında olduğunu sorunca, “250 yaşındaydı” cevabını alır. Bunun üzerine Hz. Nuh kadına, “Bir zaman gelecek insanlar en çok 70 – 80 yıl yaşayacak” deyince kadın şu anlamlı soruyu sorar:
-Onlar evler de yapacak mı?
İşte dostlar evler yaparken bunu düşünmeli, içinde huzur bulabileceğimiz evler inşa etmeli yoksa içlerinde huzursuz olacağımız evler yerine, bir kızılağaç yaprağının altı bizim için daha iyidir. Bugün bol sıfırlı paralar harcayıp içinde huzur bulamadığımız evlerimizin yanında, içinde tevekkülle, sabırla ve bin bir şükürle oturulan toprak damlı kerpiç evler saray gibidir saray gibi…
Boşuna dememişler;
“Deh deyince giderse at
Bir bardak su verirse avrat
Bir de hayırlı çıkmışsa evlat
Senin evin düğün evi gir oyna çık oyna”
Necip Fazıl Kısakürek de;
“Bir yeni nesil geldi üst üste binenlerden
Göğe çıkayım derken boşluğa inenlerden”
derken, evlerin üst üste binmesiyle medenileşildiğinin sanıldığını, tam aksine, medeniyetten uzak, ruhsuz bir neslin, yükselen binalarda, aslında boşluğa doğru indiklerini belirtir.
Hasılı evimiz, ana – baba ocağımızdır. Ondan ayrı kalmak ne kadar üzerse bizi, ona kavuştuğumuzda da o kadar seviniriz. Şehrimiz de, ilçemiz, kasabamız, köyümüz ve hatta mahallemiz de öyle.
Kısa süreli ayrılmalar dışında bu büyük hasreti çekmeyenlerden olasınız.
Muhabbetle efendim!
Attar: Aktar, bitkisel ilaçların satıldığı dükkan
Şehrengiz: Bir kente yazılan methiye
Teseyyüb: Kayıtsızlık, tembellik, uyuşukluk