Eskiden, Trabzon’ da
Evet, bu hafta da yine eskilerden yazalım istedim.
Hani geçen haftaki yazım da “Eski, eskimeyen bir yenidir” demiştik.
İnşallah eskilerimizi, yaşamaya, yaşatmaya gayret ederiz.
Yine çok eski değil benimde dün gibi hatırladığım bazı gerçekler ve yaşanmışlıklar var.
Eskiden Kemeraltı.
Kemeraltı mevkiinde semer (At, Eşek semeri) ve süpürgeci mesleği çok yaygındı. Adeta bir fabrika gibiydi. Birçok kişi ekmeğini bu meslekten kazanırdı.
Buranın esnafı da bir faklıydı. Namaz zamanlarında veya bir yerlere gittiklerinde dükkânlarının kapılarını kapatmaz sadece kapının önüne bir iskemle koyarlardı.
Bu duruma gençlik yıllarımızda birçoğumuz olmuştur.
Şimdilerde iş yerlerinin hepsi sigortalı. Alarmlı, çift kilitli, güvenlikli, kapıları çelikten olmasına rağmen yine de birçok olumsuzluklarla karşılaşıyoruz.
Demek ki eskiden daha güvenli bir ortam vardı. İnsanların birbirlerine karşı güveni vardı.
Hamsi’ ye Balığa Naylon.
Trabzon da balık pazarı yoğun olarak Moloz mevkiinde olurdu. Çeşit bol olduğundan insanlarda genelde buraları tercih ederdi.
O zamanlar böyle “poşet” falan yok. Balığı alan ya kâğıt torbaya koyacak ya da küçük çocukların satmış oldukları “Naylon” torbalardan alacaklar.
Balık alacak olan müşteri önce bir naylon satın alır sonra balığını alırdı. Bu durum çocuklar arasında bir pazar oluşturdu.
Bizim de içinde bulunduğumuz bu pazar da yüksek sesle bağırırıdık “Hamsi’ ye balığa naylon”. Maksatımız, okul harçlığını çıkarmak.
Şimdilerde marketlerde poşetlerin ücretle satılmasına ne demeli ayını şey mi? yoksa?
Bence, poşetler hepten yasaklanmalı kâğıt poşete geçilmeli. Balık alacak olan da poşetini getirmeli. Bir poşet deniz de çözünmeden 400 yıl kalabiliyor.
Taze Balık
Yine, mahallelere gelip balık satanlar vardı. O zamanlar, seyyar pazarcı arabaları yok. Mahalle balıklçılarının tezgâhı iki gözlü yuvarlak kefeden oluşuyor.
Kefenin omuzlarda taşınabilmesi için her iki kefeye balıkçı boyuna göre zincir bağlar ve bu zinciri yine kendi omuz genişiliğne göre kalın bir çubuğa bağlar bu çubuğu da omuzlarına alır dengeli bir şekilde taşırdı.
Yanlarında “sarı” madeninden yapılmış çift kefeli tartı aleti. Bir tarafına kilo ağırlığını koyar diğer tarafa da balığı koyar tartardı. Tartıda kusur yok.
Yani balıkçılar dükkânlarını akşama kadar sırtlarında taşıyorlardı. Düşünebiliyor musunuz? Akşama kadar omuz da bunca yük.
Taze balık, taze balık diye bağırırlardı. Ne helal para değil mi?
Bir amca vardı beyaz gömlek giyer üzerine siyah gemici montu, kırık topuk ayakkabı giyerdi. Bıyıkları uzun günlük tıraş olurdu. Oturaklı esaslı sesi gür bir balıkçı amcaydı.
Buz gibi su.
Avni Aker stadyumunun yanında yeni yapılan Yavuz Selim sahasında amatör maçlar yapılır. Amatörlerin çoğu antrenmanlarını burada yapardı.
Tabii o zaman tesis yok. Su yok. Duş alma yerleri soyunma odaları yok veya henüz yapılmamış.
Saha toprak oyun anında tozdan kimse görünmezdi. Spor yapan sporcular çok terler ve susarlardı.
Bizler de kenarda gazoz şişelerine doldurmuş olduğumuz suyu satmak için beklerdik. Ara verildiğinde hep başımıza üşüşürler soğuk suyu içerlerdi. Şişesi 25kuruş.
Kazandığımız parayla da bisiklet kiralardık.
Kiraladığımız bisikletin de lastiği en az iki kere patlardı. Onu bildiğimizden önden gidip yeni bisiklet kiralamak için yarışırdık.
Güzel günlerdi. Siyah beyazdı ama güzel günlerdi.