Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı’nın temiz ve sağlıklı bir çevre
Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı’nın temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın temel bir insan hakkı olduğu kararı alarak 5 Haziran tarihini Dünya Çevre Günü olarak ilan etmesinin üzerinden tam 48 yıl geçti.
Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı’nın temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın temel bir insan hakkı olduğu kararı alarak 5 Haziran tarihini Dünya Çevre Günü olarak ilan etmesinin üzerinden tam 48 yıl geçti.
5 Haziran 48 yıldır tüm dünyada Çevre Günü olarak kutlanıyor. Ancak yerküreyi üzerinde yaşayan tüm canlılarla birlikte tehdit eden doğa katliamlarının yarattığı ekolojik krizin her geçen gün daha fazla derinleştiği koşullarda yılda bir gün Çevre Günü kutlamaları yapmak gittikçe anlamını yitiriyor.
Daha fazla kar için yerüstü ve yer altı kaynaklarımızı acımasızca yağmalayan, gölgesinden para kazanamadığı ağacı kesen bu barbarlık doğaya ve insanlığa yeni felaketlerden, yıkımlardan, salgın hastalıklardan başka bir şey vaat etmiyor.
Nitekim bugün tüm dünya kapitalist barbarlığın yol açtığı ekolojik yıkımın yarattığı, şu ana kadar 400 bine yakın insanın yaşamına mal olan, milyonlarca insanı evine kapatan bir salgınla ile boğuşuyor.
Bilim insanları, son otuz yıldır yaşanan diğer salgın hastalıklar gibi bugün tüm dünyayı sarsan korona virüs pandemisinin de kapitalizmin yol açtığı ekolojik yıkımdan kaynaklandığının altını çizmekle kalmıyor. Doğaya karşı yıkım devam ederse daha büyük salgınlarla karşı karşıya kalacağımız konusunda tüm insanlığı uyarıyorlar.
Buna rağmen emperyalist kapitalist ülkelerin körüklediği, yerkürenin üçte birine yayılan savaşlar, silahlanma yarışı, Nükleer-Termik-Jeotermik, Hidro Elektrik Santraller (HES), yaşam alanlarına kurulan madenler, yakılan ormanlar, GDO’lu ürünler, devasa fabrikaların doğaya bıraktıkları atıklar ve nihayet küresel ısınma-iklim değişikliği insanlığın ve gezegenimizin geleceğini karartıyor.
Anayasa ile güvence altına alınan “Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını, devletin çevre sağlığını korumak ve çevrenin kirlenmesini önleme görevleri rahatça yok sayılıyor.
Ülkeyi yöneten zihniyet bir taraftan solduğumuz havayı yılardır zehirleyen termik santrallerin bacalarına filtre takılmasını 2023 yılına kadar ertelerken diğer taraftan pandemi günlerinde sokağa çıkma kısıtlamasına uymayan, maske takmayan vatandaşlara 3 bin 150 TL idari para cezası kesmekle övünüyor.
Bir taraftan bizleri yoksullaştırırken, işsiz bırakırken diğer taraftan tüm ülkeyi bir rant alanı haline getirmeyi hedefleyen düzenlemelere her gün bir yenisi ekleniyor. Yaşam kaynaklarımız katledilmek üzere devlet eliyle sermayenin denetimine veriliyor.
Çarpık kentleşmenin rantsal dönüşümle birleştirildiği ‘çılgın’ projeler ile yaşam alanlarımız yok ediliyor. Üstelik bu çılgın projelerin parası da bizim cebimizden çıkıyor.
Halkın tüm karşı çıkışlarına rağmen doğa katliamları tüm hızıyla sürüyor. Her gün cennetten bir parçamızın bağrına villalar, köprüler dikiliyor. Akarsuların, derelerin can suyunu kesen HES’ lere, dağı taşı delip ormanları yok eden madenlere yenileri ekleniyor.
Cerattepe, Allianoi, Hasankeyf, Munzur Dağları, İznik ormanları, Hevsel Bahçeleri, Validebağ Korusu, Kaz Dağları, Sinop, Karadeniz Yaylaları ve daha sayamadığımız yüzlerce doğa harikası rant ve para uğruna talan ediliyor. Deprem bölgelerine bile nükleer santral yapılmasında ısrar ediliyor.
Öte yandan Koronavirüs salgını süreci yeni doğa katliamlarının fırsatı haline getiriliyor. Ziyarete kapatılan doğa harikası Salda Gölü’ne iş makineleri sokulurken, maden şirketi Kirazlıyayla’da ağaçları katlediyor.
Bu pandemi günlerinde bile kendi atıklarımızla baş edemezken Avrupa’dan atık kâğıt, plastik ve çöp ithal ediyoruz.
Çevre Bakanlığı tarafından hazırlanan rapora göre, atık kâğıt ve plastik ithalatı son yıllarda 10 katına çıkmış durumda.
Yapılması istenen değişikliklerle çevrenin hakkını hukukunu koruyan kurumların (TMMOB – Baro gibi) yetkileri tamamen kısıtlanmak istenmektedir.
Emeğe, insana ve doğaya düşman bu sömürü, yağma ve talan düzenine, tıpkı Gezi Direnişinde olduğu gibi,“Artık sana verecek ne tek bir ağacımız, ne bir avuç toprağımız, ne de bir damla alın terimiz var” demek için omuz omuza vermenin zamanı çoktan gelmiştir. Trabzon KESK Şubeleri Platformunun bu ortak mücadelenin örülmesinde üzerine düşeni yapacağından kimsenin kuşkusu olmasın. 05.06.2020
Engin NUR
KESK Dönem Sözcüsü