Zira tekke ve zaviyelerin herhangi bir İslamî dayanağı bulunmamaktadır. Bir zamanlar bir eğitim ve dayanışma kurumu olarak işlev gören tekke ve zaviyeler zamanla işlevini yitirmiş ve yozlaşmıştır.
Bu gerçeği dile getiren Kuşadalı İbrahim Efendi, 19. Yüzyılda tekkelere karşı görüşleriyle öne çıkmış en önemli mutasavvıflardandır.
Kuşadalı, Osmanlı saltanat çevrelerince de irfan ve din çevrelerince de Ariflerin kutbu, kutsal gönüllü mürşit gibi unvanlarla anılmış ve 19. Yüzyıl tasavvuf hayatının tartışmasız önderi kabul edilmiş bir büyük insandır.
Kuşadalı İbrahim, Atatürk’ten yüz sene önce, tekkelerden söz ederken şu mealde konuşuyor:
Tekkelerde artık hayır kalmamıştır. Bunların kaldırılması lazımdır. Bunlardan artık insanlığa da, İslam’a da hiçbir hayır gelmez. Çünkü tekkeleri, meyhane ve gayrimeşru alan haline dönüştürdüler.
Onların yerine neyin konulması lazım? Kuşadalı buna da cevap vermiştir:
“Yeryüzünü bir tekke haline getirmek ve bütün yeryüzünde insanlığın hizmetinde faaliyet göstermek lazımdır.
Zaten Hazreti Peygamber’in de bize bıraktığı budur. “
Şimdi sormak lazım:
Tekkeleri, şu sözlerin sahibi Kuşadalı mı kapattı, yoksa Atatürk mü?
Aslına bakılırsa Atatürk bu işin resmî tescilini yapmıştır.
Tekke ve zaviyelerin kapatılması noktasında bardağı taşıran son damla, bildiğimiz üzere Şeyh Sait ayaklanması olmuştur.
1925’te Şeyh Sait’in elebaşılığında Doğu ve Güneydoğu’da başlayan ayaklanmada tekke ve zaviyelerin rolü büyüktür.
Bu ayaklanma, Cumhuriyet’e karşı halifeliği savunmak için yapılmıştır. Yani tekke ve zaviyelerden ayrıca bölgedeki medreslerden büyük destek alan hatta oralarda başlayan bu ayaklanma tarihte, Emevî dinciliğinin en gerici yüzlerinden biri olarak yer almıştır.
İşin en çarpıcı olan yanı ise, o gün Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığında azgınca ileri giden bu tarikat yapılanmalarının kurucuları da, İngilizlerdir.
Vatana ihanettte hiç tereddüt etmeyen bu ve benzeri arikatlerin menşei ise, Nakşiliğe dayanmaktadır.
Bu yapılanma özellikle de, Menderes döneminde yeniden yeryüzüne çıkarılmakta ve DP’ye önemli katkı sunduğu ileri sürülmektedir.
Daha sonra gittikçe devlet kademelerine sızan bu yapılanmaya karşı siyasetçiler tarafından sürekli olarak pirim verilmesi ve yıkıcı faaliyetlerine göz yumulması, oldukça dikkat çekicidir.
Oysa Cumhuriyeti yıkma faaliyeti olarak bilinen zamanın ayaklanması bastırılıp denetim yeniden sağlandıktan sonra, 1925’te 677 sayılı Tekke, Zaviye ve Türbelerin Seddine, Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair kanun ile tekkeler kapatılmış ve onlarla ilişkili bir kısım unvanların kullanımı da yasaklanmıştır.
677 sayılı yasa aslında bir başka açıdan, Türkiye’de cemaat ve tarikatların da kapatılması, faaliyetlerinin engellenmesi sonucunu doğurmuştu.
Temelleri Said’i Nursi’ye dayanan FETÖ ise, söz konusu bu yapılanmalardan çok daha girift ve sinsi bir planlamaya sahipti.
Atatürk’çü olduğunu ileri sürenler ve ona karşı olanların bu ülkede ki ortak mutabakatı, maalesef FETÖ olmuştu.
Öyle ki, kim iktidara gelmek istiyorsa mutalaka yolu FETÖ ile kesişiyordu.
Türkiye Cumhuriyeti devleti’ni yükseltmek ve yüceltmek ve bu ülkede yeniden Atatürk ilke devrimlerini hakim kılmak için tüm gücüyle çalışmış yegane insan, Prof.Dr.Haydar Baş bey olmuştur.
Prof.Dr.Haydar Baş bey, cemaatler ve tarikatler konusunda Türkiye’de en keskin ifadeleri kullanan isim olmuştu.
Haydar Baş bey bir çok konuşmasında, islam inancının en doğru kanal ve kaynaktan yaşanabilmesinin tek yolu olarak, ’Ehl-i Beyt’ gerçeğini ifade eder ve referans gösterirdi.
Haydar Baş bey’in ayrıca “Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt”isimli eseri bu konuda islam dünyası’nda tek olma özelliğine sahiptir.
Türkiye’de bu anlamda cemaat ve tarikatlere karşı en kapsamlı karşı duruşu, kurumsal olarak, Bağımsız Türkiye Partisi gerçekleştirmiştir.
Demek ki zamanında Haydar Baş bey’e kulak verilmiş olsaydı, Türkiye’de bu zararlı yapılanmalar asla va kat’a, Cumhuriyetimize kastedecek cüret ve güce erişemeyeceklerdi.
Şimdi çok geç olsa da hodri meydan!
Hadi gelin, Türkiye’de ki tarikatleri açılmamak üzere kapatın.
Arka bahçeler olarak adlandırılan ve oy deposu lojistiğine sahip bu kirli ve sinsi yapılanmalar, ancak BTP iktidarında kapatılabilir.
Neden mi?
Çünkü BTP, kayıtsız şartsız Atatürk’ün partisidir.