Asgari ücret tartışmalarından seçimlere, iktidardan muhalefete ve solda birlik tartışmalarına kadar birçok konuya dair soruları yanıtlayan Okuyan, TKP’nin tüm bu başlıklarda nerede konumlandığına dair açıklamalarda bulundu.
“Birileri kazanıyor, kaybeden yoksullar”
İktidarın ekonomide attığı son adımların konuşularak başlandığı programda, Okuyan döviz kurundaki değişiklik, faiz indirimleri gibi konular hakkında şunları söyledi:
“Baktığımız zaman burada sistematik bir ekonomik model yok. Bir kere bizim hep bir iddiamız var, eşitsizliğin var olduğu toplumlarda birileri kazanıyorsa birileri kaybediyordur. Kaybeden kim? Yoksullar. Zaten bütün AKP iktidarının öyküsüne baktığımız zaman orada korkunç kâr eden şirketler var. Bankacılık sistemi şu değil midir? Toplarsın toplumun küçük tasarruflarını, ya kendin kullanırsın, ya sanayiciye kredi olarak verirsin. Sanayici de oradan kâr eder, bir bölümü bankaya gider. Ama kabak kimin başına patlar? Halkın başına patlar. Çünkü hiçbir zaman mevduat sahibi küçük tasarruf edenin aslında reel geliri artmaz. Bu olsa zaten bankacılık sistemi olmaz. Asıl yaralanan hiç tasarrufu olmayan vatandaş olacak.”
“Buradan çıkış için köklü bir dönüşüm gerekli”
Saymaz hükümetin faiz düşürmeyi üretimi artırmak için yaptığını söylediğini ve muhalefeti bunun karşısında olmakla suçladığını hatırlattı. Okuyan’ın buna cevabı şöyle oldu:
“Bugünkü sistem içinde düşünmeye zorluyor bizi iktidar da muhalefet de. Buna mecbur muyuz? Bankacılığın kâr etmesi nedir? Toplumu söğüşlemek. İstedikleri kadar parlatsınlar. Böyle bir mekanizmayı doğal kabul edersek o zaman tartışmaya başlarız, düşük faiz iyi midir kötü müdür diye. Faizi savunacak bir parti değil TKP. Düşük faiz ekonomisi de ülkenin kalkınmasına yaramaz. AKP öncesi iyiydi demiyorum zaten sürekliliği var Özal’dan beri. Özal öncesi de iyiydi demiyorum o da başka bir öykü, ama şöyle bakarsak; Diyoruz ya Türkiye’nin ihracatı ithalat bağımlısı. Niye oldu bu? En çok tartışılan “tuvalet kâğıdı” mevzusuydu. Türkiye’de kağıt fabrikalarını kapatan AKP. Türkiye kâğıt üretemiyor. Şimdi bir sürü endüstride Türkiye hem kırılgan hem de asimetrik. Birçok alanda sanayisizleşti Türkiye. Dolayısıyla buradan çıkış için çok köklü bir dönüşüm gerekli. Bu; ilk önce kaynak, sonra zihniyet gerektirir. Bu ancak Türkiye’de kamucu bir iktidarla mümkün. Aynı şarkıyı söylüyor muhalefet ve Erdoğan, “üretim ekonomisi”. İyi de nedir bu? Ama bu kapitalist ekonomide, “düzen iktisatçıları”nın büyüme fetişizmidir. Komünistlerse kalkınmacıdır, sanayileşmecidir. Neden? Çünkü kendi kendimize yeter olmamız lâzım, tamam dünyaya kapatamazsın hiçbir şekilde, ama temel endüstrilerinde güçlü olacaksın, tarımında yeterli olacaksın. Buna devlet öncülük etmeyecek, devlete ait olacak. Özel sektörün içine girdiği her şey batar. Esnaflığı, küçük işletmeciliği falan kastetmiyorum ama temel endüstrilerde, temel sektörde, hele hele finansta özel sektör demek, ülkenin temellerine dinamit konması demek. Şimdi bu “üretim ekonomisi”ni nasıl becerecekler bugünkü sistemde? TÜSİAD’la Erdoğan arasında gerilim var, muhalefet TÜSİAD’a “konuşsana konuşsana” diyor. Bugünkü bu düzenlemeler ne oldu? Mesela bankalara yükleniyordu Erdoğan öncesinde, şimdi açıklamalar geliyor bankalardan “çok doğru yaptılar” diye. Niye? Bankaların üzerindeki yükü alıyor Erdoğan. Bankaların döviz riski azalıyor bu operasyonda. Gene kaybeden halkımız, gene kazanan sermaye. Bunlar birbirlerine lâf soktuklarında birbirlerine hizmet ediyorlar. Şimdi Koç’a laf söyleyince bazı solcular da itiraz ediyor. İşte o “AKP’ye eleştirelmiş”, “Gezi’de şöyle yapmış” vs. Bunun Malatya’daki halay çekenlerden ne farkı var? Bunu diyenler “solcusu”, “okumuş” olanı, bu durumda Malatya’da da halay çekerler.”
“Daha adil bir bölüşüm palavra”
Bu tablodan halkın nefes alacağı bir seçenek çıkar mı sorusuyla ilgili ise Okuyan şu ifadeleri kullandı:
“Nedir halkın nefes alması? Enflasyon, hayat pahalılığı dizginlenir, reel ücretteki gerilemeyi biraz durdururlar. Bunun olabilmesi için, bu asgari ücret meselesine gireceğim. Mesela biz TKP olarak bir rakam telâffuz etmedik, yanlış bulduk. Ne fark eder? 10 bin olsaydı ne olacaktı? Şu büyük bir palavra: Daha adil bir bölüşüm. Bu kapitalizmin mantığına aykırı, sermaye dediğimiz şey birilerinin kişisel varlığı değil ki? Sermaye büyümeden yapamaz, genişlemeden yapamaz. Bunun için de işçileri sömürecek. Bu “bir para topladık bunu biraz daha adil dağıtalım” diye bir şey değil ki. Dolayısıyla asgari ücreti bu sistemde 10 bine çıkarıldığında bile, bunu başka bir yerden geri almak zorundalar. Bu kapitalistler dünyanın en kötü insanları oldukları için değil, sistem bu. E biz de diyoruz ki bu sistemi sorgulamak zorundayız. Diyorlar “Bu insanı küstürmeyelim, fabrikaları var.” Neden küstürmeyelim? Doğa yasası mı? Niye? Efendim “Bu çalışmış zekiymiş…” Ne yani yoksullar aptal mı? Şimdi bu mekanizma işlemeye devam ediyor. Bu tabloda ülke nasıl düzlüğe çıkacak? Türkiye ekonomisi uluslararası tekellerin hareketlerine bağımlı hâle gelmiş. Bir avuç insanın umrunda değil insanların geleceği… Özel sektörde işten çıkarmalar başladı. Patronların Ensesindeyiz’e bir sürü ihbar geliyor. Asgari ücret artışı gerekçe gösterilerek çıkartmaları yapıyorlar. Şimdi ne olacak? Bir takım mekanizmalar bulmaya çalışacaklar “asgari ücretin altında nasıl ücret veririm” diye. Bildik yöntemler var zaten. Bunu kabul edecek yedek iş gücü ordusu var ülkede. Buna ek olarak başka bir mekanizma işliyor Türkiye’de, asgari ücretin üstünde ücret alanların maaşlarında böyle bir oranda artış olamayacak. Dolayısıyla aslında Türkiye’de asgari ücret altında ve üstünde alanlarla ortalama ücret haline gelecek, buraya doğru gidiyoruz.”
“Türkiye’deki laik duyarlılık yok olmadı ama kişiliksizleşti”
Erdoğan’ın ekonomi gündemiyle ilgili kullandığı dinsel referansları da eleştiren Okuyan konuşmasına şöyle devam etti:
“Türkiye toplumu Erdoğan’ın daha önceki girişimlerini reddetmişti. Gezi’den bahsetmiyorum sadece, toplum dedi ki “Kırmızı çizgimiz var burayı geçemezsin Erdoğan”. Bu kırmızı çizgi laiklik, yaşam tarzı, “AKP deli gömleğini giymemek”ti. Sonra ne oldu, muhalefet bu başlıkta ağır bir yenilgi almış Erdoğan’a “kazandın” dedi. Muhalefet dedi ki “laiklik meselesinde AKP kazandı” dedi. Mesele şu: Erdoğan’ın en zorlandığı konuyu muhalefet altın tepside “al istediğin gibi oyna” diye teslim etti. Sonuç ne oldu? Ekonomi; dinsel kurallar, hukuk; dinsel kurallar, eğitim; gitti… Siyaset dilinde dinsel referanslar her kullanıldığında bunun suç olduğunu toplumun önünde söylemek lazım, bunu bir tek TKP yapıyor. İmam hatipleri kapatalım diyoruz, bize en çok saldırı muhalefetten geliyor “siz böyle yaptıkça iktidar kullanıyor” diye. Susarsam neyi kullanıyor? Susunca seküler hale mi geliyor? Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye’de çok ciddi bir laik duyarlılık var, bu buhar olmadı ama kişiliksizleşti. Herkes “demek ki böyleymiş, demek ki meşruymuş” diyor. Erdoğan cesaretini buradan alıyor, muhalefetse dinsel açıdan eleştiriyor.”
Millet İttifakı’yla ilgili de görüşlerini açıklayan TKP Genel Sekreteri, TKP’nin o ittifakın programının bir parçası olamayacağını ifade etti. Millet İttifakı’nın bir restorasyon projesi olduğunu söyleyen Okuyan, Millet İttifakı döneminin, AKP döneminden daha iyi olacağı iyimserliğini paylaşmadıklarını belirtti ve AKP artıklarının ülkeye umut veremeyeceğini söyledi.
Programın devamında TKP’nin seçimlerde alacağı tutum, hâlihazırda sürdürdüğü sol ittifak görüşmeleri, dünya gündemine dair birtakım gelişmeler ve daha pek çok başlık konuşuldu.